Dünyada sermayenin serbest dolaşımı ile sınırlar ticari manada neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. Ülkeler mevcut ekonomilerini yabancı sermaye kaynakları ile geliştirme konusunda önemli girişimlerde bulunmakta ve mevzuatlarında düzenlemeler yapmaktadır. Bu gelişmeler doğrultusunda Türkiye yabancı sermayenin akışını sağlamak ve ekonomik gelişmeleri yakalamak adına birçok adım atmaktadır. 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ve ilgili mevzuat düzenlemeleri yabancı yatırımcıları teşvik açısından oldukça önemli noktadadır.
Doğrudan yabancı yatırım girişleri, 90’lı yıllarda yıllık ortalama 1 milyar dolardan 2006'da 20 milyar dolara, 2007'de 22 milyar dolara ve 2008'de 18 milyar dolara yükselmiştir. 2009 ve 2010'da kısa bir düşüşün ardından, Türkiye'ye olan yatırım akışı 2011'de 15,9 milyar dolara ulaşmıştır. Son verilere göre 2022 yılında 1 milyar 931 milyon dolarlık doğrudan yatırım transferi gerçekleşmiştir. Bu güvenin bir sonucu olarak, Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin sayısı son yıllarda artmaktadır. Türkiye, yabancı yatırımlara liberal bir yaklaşım sergilemekte olup, doğrudan yabancı yatırıma yönelik belirli bir kısıtlama bulunmamaktadır.
Doğrudan yabancı yatırım, bir ülkede yerleşik yatırımcının, bulunduğu ülke sınırları dışında başka ülkelerde üretim tesisi kurması veya mevcut tesisleri satın almasıdır. Bu yatırım ayrı bir tüzel kişiliği olan bağlı işletme veya iştirak olabileceği gibi, ana işletmenin Türkiye’deki şubesi de olabilmektedir. Doğrudan yabancı yatırımlar uluslararası ticaret yapan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de büyüme ve sürdürülebilirlik anlamında kalkınmayı destekleyecek önemli bir faktör olarak görülmektedir.
Yatırımcılar, yatırım için doğru ülkeyi seçme kararları ile yatırımı alan ülkenin uyguladığı çevre politikaları arasındaki ilişkiyi sorgulamaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde çevresel sürdürülebilirlik konusunda farkındalık artmakta; gerek politikacılar gerekse hükümet temsilcileri tarafından çevresel düzenlemelerin sıkılaştırılması ve kirliliğin kontrolü için yeni uygulamalar getirilmektedir. “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” ve “Paris İklim Değişikliği Anlaşması" gibi sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanması ve çevrenin daha iyi korunması konusunda artan uluslararası sözleşmeler de bu konuda ciddi önlemler alınmasını gerekli hale getirmektedir.
Çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında önemli dönüm noktalarını teşkil eden konferans ve zirveler; 1972 Stockholm Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Çevresi Konferansı, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan ve Brundtland Raporu olarak da bilinen “Ortak Geleceğimiz” başlıklı rapor, 1992 Rio BM Çevre ve Kalkınma Konferansı, 2000 yılında düzenlenen BMS Binyıl Zirvesi, 2002 Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi (Rio+10), 2012 Rio+20 BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı ve 2015 BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi şeklinde sayılabilir.
Çevre sorunlarının sınır ötesi niteliğe sahip olması, BM, Avrupa Birliği (AB), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası kuruluşların konuya eğilmelerini gerekli kılmıştır. Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS/UNFCCC), Paris Anlaşması, BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BMBÇS/ UNCBD) ve BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (BMÇMS/UNCCD), Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES), Antarktika Antlaşması, Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınması ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar) ve benzeri küresel çevre sözleşmeleri, başta Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi (Barselona Sözleşmesi) ve Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Bükreş Sözleşmesi) bu amaçla çevre sorunlarına çözüm arayan bölgesel anlaşmalar arasında sayılabilir.
Türkiye’de teknoloji ve yenilebilir enerji alanlarında doğrudan yabancı yatırımların teşvik edilmesi dolayısıyla da çarpan etkisi yoluyla yerli üreticilerin de çevre bilinçlerinin yükseltilmesi sağlanmalıdır. Merkezi ya da yerel idareler tarafından çevre politikaları yaptırım ya da iyi uygulama teşvikleri ile tüketicilerin daha temiz ürün kullanmaya desteklenmesi; firmaların ise üretim sürecinde çevre dostu teknolojiler kullanmalarına özendirilmesi gerekmektedir.
12. Kalkınma planının 366. Maddede “Serbest bölgelerde sunulan hizmetler ve bilişim altyapısı geliştirilerek bu bölgelerin yüksek teknolojiye dayalı doğrudan yabancı yatırımların çekilmesine, sanayinin rekabetçiliğine ve verimliliğine daha etkin katkı vermesi sağlanacaktır… Doğrudan yabancı yatırımlara yönelik yurt içi ve yurt dışında yapılacak tanıtım faaliyetleri yoluyla serbest bölgelerin marka değeri ve bilinirliğinin artırılması sağlanacaktır.” şeklinde örnek verilmekle bir çok çevresel sürdürülebilirlik amaçlı düzenleme yer almaktadır..
Bir ülkenin rekabet mevzuatı, ulusal sınırlar içinde faaliyet gösteren tüm şirketlere yerli ve yabancı ayrımı yapılmaksızın uygulanmaktadır. Dolayısıyla, bir ülkede rekabet mevzuatının bulunması, yerli şirketlerin yabancı şirketlere karsı ülke içinde rekabeti bozucu iş birliği yapmalarını ve yabancı şirketlerin de düşük maliyet ve kitlesel üretim avantajını kullanarak piyasaları tekelleştirmelerini engellemektedir. Doğrudan yabancı yatırımların Türkiye açısından konumunu belirleyen unsurlardan biri de rekabet hukuku kurallarıdır. Rekabet mevzuatı ile kartellerin ortaya çıkması açısından anti rekabetçi teşebbüs yapılarının oluşması önlenerek doğrudan yabancı yatırımların artırılması amaçlanmaktadır. Günümüzde ulusal yatırım mevzuatındaki en önemli ilke, yabancılar tarafından gerçekleştirilen yatırımlarla yerli yatırımlar arasındaki eşitlik ilkesidir.
Rekabet hukuku kuralları, bir yandan kartel anlaşmaları ve piyasa gücünün kötüye kullanımı gibi anti-rekabetçi teşebbüs davranışlarını; diğer yandan da yerli teşebbüsler tarafından yapay giriş engelleri oluşturulmasını önlemekte ve böylelikle yabancı sermaye yatırımlarının ülkeyi tercih etmesinde etkili olmaktadır.
Doğrudan yabancı yatırımlar için ayrıca yerli teşebbüslerin uyguladıkları bir malın üretim sürecinin farklı aşamalarında başka teşebbüslerle anlaşmasından kaynaklanan rekabetin dikey olarak kısıtlandığı piyasalardan uzak durmaktadırlar. Bu nedenle rekabet yasalarının iyi uygulanması ile doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında pozitif bir ilişki söz konusudur. Şöyle ki, Türkiye’de yer alan rekabet hukuku kurallarının çevresel sürdürülebilirlik konusundaki açıklığı ve yeknesak şekilde uygulanması, yabancı yatırımcıların çevresel sürdürülebilirlik politikaların devamlılığı açısından önemlidir.